İftar Sofrası
Site bahçesinde kalabalık bir hazırlık vardı. Masalar kurulmuş, sandalyeler sıralanmış, mis gibi yemek kokuları rüzgârla birlikte apartmanların balkonlarına kadar ulaşmıştı. Ramazan ayıydı ve site sakinleri dayanışma içinde büyük bir iftar sofrası kurmuşlardı.
Üçüncü katta, küçük bir dairenin penceresinden dışarı bakan minik bir çocuk vardı. Annesi henüz işten dönmemişti. Her gün beş saat uzaklıkta bir ilçeye gidiyor, akşam saatlerinde güç bela eve yetişiyordu. Kadıncağız hem bedensel engelli, hem de iki küçük çocuğuna tek başına bakan bir anneydi. Boşanmıştı. Hayat yükünü omzunda değil, yüreğinde taşıyordu.
Çocuk pencereden bahçeye baktı, insanların gülüşmelerini duydu. Karnı acıkmıştı. Kardeşiyle birlikte yutkunarak izlediler. Bahçeye inip cesaretle sordu:
— Teyze, biz neden iftara çağrılmadık?
Kadın, bir an durdu, sonra gülümsedi ama gözleri gülmüyordu:
— Herkes 10 lira verdi yavrum, anneniz vermemiş…
Çocuk başını eğdi. İçini bilmeden konuşan bu insanların arasında kendini yabancı hissetti. Oysa annesi o gün de çalışmış, iftara yetişememişti. Bir sarma, bir börek istediler utana sıkıla. Ama cevap aynıydı:
— Sofra düzenimiz bozulur…
Küçük çocuk koşarak eve döndü. Gözleri doluydu ama ağlamadı. Annesi geldiğinde sordu:
— Anne, biz çok mu fakiriz? Neden kimse bizi çağırmadı?
Kadıncağız yutkundu. Elindeki dosyaları yere bıraktı. Dizlerinin bağı çözüldü.
— O kadar güzel yemekler vardı ki anne… Bir tabak bile vermediler, dedi çocuk.
— Bugün sana izin verselerdi, sen de bizim için yapar mıydın o yemekleri?
Kadın bir an durdu. Gözlerini kapattı. Sonra, derin bir iç çekti.
— Keşke evlatlarım bu anı hiç yaşamamış olsaydı, diye fısıldadı kendi kendine.
Bahçede tabaklar toplanıyordu. Ne bir eksilen fark edildi, ne de o üç kişilik eksiklik…
Artık yemekleri çöpe atmak için bir köşeye ayırdılar.
Yazan; Mehmet Faruk Çakır
02.01.2025