Süreyya Önder: Ahmet Abi, bu barış meselesini hal yoluna koymadan ölmek yok ha!’
Türkiye yakın tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birine tanıklık eden isimlerden biri olan Sırrı Süreyya Önder, yalnızca bir siyasetçi değil, aynı zamanda barışın, sözün ve vicdanın direnişini temsil eden bir figür olarak hafızalarda yer etti. Bugünlerde geçirdiği kalp krizi sonrası ağır bir ameliyat geçiren Önder’in sağlık durumu ciddiyetini korurken, bu olay bir kez daha, bir dönemin yükünü omuzlarında taşıyan insanların hem insani hem de tarihsel kırılganlıklarını gözler önüne serdi.
Selahattin Demirtaş’ın Edirne Cezaevi’nden kaleme aldığı mektup, yalnızca kişisel bir dostluğun içli satırları değil, aynı zamanda Türkiye’nin çatışmalı geçmişiyle barış arayışı arasındaki ince çizgiye tutulmuş bir aynaydı. Demirtaş, yaklaşık üç ay önceki bir cezaevi ziyaretini şöyle aktarıyordu:
> “Sırrı Bey aniden fenalaştı, rengi beyaza kesti, kalbini tuttu. Telaşlandık, doktor, ambulans çağırmaya yeltendik, izin vermedi. Koridora çıkıp biraz hava aldı.”
O an, yalnızca bir sağlık krizi değil; umut ile yılgınlık, mücadele ile yorgunluk arasındaki derin sessizliğin vücut bulmuş haliydi. Daracık bir cezaevi görüş odasında yaşanan bu sarsıcı anı Demirtaş şöyle tamamlıyordu:
> “Ahmet Türk ve Pervin Buldan’la gözlerimiz doldu, daracık hapishane görüş odasında barışı konuşmanın zorluğuyla yutkunduk. Sırrı Bey geri döndü, her zamanki neşesini takınmaya çalışarak ‘Ahmet Abi, bu barış meselesini hal yoluna koymadan ölmek yok ha!’ dedi.”
Bu söz, bir vaatten çok daha fazlasıydı. Cezaevlerinin soğuk duvarları arasında yankılanan bu cümle, yıllarca sürdürülen mücadelenin özetiydi belki de. Barışa adanmış bir ömrün, hâlâ yarım kalan bir cümlenin devamı olabileceğine inançtı.
Demirtaş, mektubunu şu sözlerle sürdürüyordu:
> “Orada birbirimize söz verdik, ‘Önce barış, ölümse Allah’ın emri.’”
Bugün, Sırrı Süreyya Önder bir hastane odasında yaşam mücadelesi verirken, ardında yalnızca siyasi bir miras değil, aynı zamanda bir vicdan çağrısı bırakıyor. Onun mücadelesi yalnızca bir döneme değil, bir halkın hafızasına yazılmış bir umut satırı gibi orada duruyor.
> “Sırrı Bey ayağa kalkacak, bu barış illa ki olacak ve inşallah o da göğsünü gere gere kendi emeklerinin sonuçlarıyla gurur duyacak.”
Tarih, yalnızca büyük savaşları değil, sessiz odalardaki sözleri de kaydeder. Belki de bir cezaevi odasında, bir hastane yatağında ya da bir mektubun satır aralarında gizli kalmış sözler, bir halkın ortak geleceğini şekillendiren en değerli anılar haline gelir.
Bugün, geçmişin yüküyle bugünün kederi arasında bir yerlerde duruyoruz. Ve hâlâ kulağımızda çınlıyor o cümle:
“Önce barış, ölümse Allah’ın emri.”