“Geç Kalan Mektup”
Mert ve Elif, üniversitede tanıştıklarında daha hayatın ne olduğunu yeni yeni çözmeye başlıyorlardı. Aynı bölümdeydiler; aynı derslerde göz göze gelip sonra yavaşça bir hayat kurmaya başlamışlardı. Beş yıl süren bir birlikteliğin sonunda evlenmiş, İstanbul’un kalabalığında küçük ama sıcak bir yuva kurmuşlardı.
İlk birkaç yıl güzeldi… ama sonra hayatın rutini, iş stresi ve zamanla azalan heyecan aralarına sessizce sızdı. Mert daha geç gelmeye, Elif daha çok susmaya başladı. Ve bir gün, Elif mutfak masasının üstünde bir telefon gördü. Bildirim açık kalmıştı. “Bu gece yine aynı yerde, seni özledim…” yazıyordu.
Elif’in kalbi sanki içinden çekilip alınmış gibiydi. Mert’in başka biriyle ilişkisi vardı. Günlerce konuşmadı, sorgulamadı, sadece izledi. Emin olmak istedi. Ve emin olduğunda, bavulunu toplamayı düşündü. Ama gitmedi. Çünkü hâlâ seviyordu. Belki geçici bir şeydir diye düşündü. Belki döner diye…
Ama o gece Mert eve geldiğinde Elif onu kapıda bekliyordu.
“Her şeyi biliyorum,” dedi Elif sessizce, gözlerine bakmadan.
Mert donup kaldı. Bir şey söylemeye çalıştı ama boğazında düğümlendi kelimeler.
“Git,” dedi Elif. “Ama bil ki seni affetmeyeceğim. Seni hâlâ sevdiğim için değil, kendimi sevmediğim için affetmeyeceğim.”
Mert gitti.
Yıllar sonra, Elif sahil kasabasında küçük bir kafe açtı. Hayatını yeniden kurdu. Arada bir, posta kutusuna üzerinde isim yazmayan mektuplar düşüyordu. Hepsinde aynı cümle yazıyordu:
“Keşke sadece seni sevseydim.”
Ama Elif hiçbirini açmadı. Çünkü bazı pişmanlıklar, sevginin bile iyileştiremeyeceği kadar derindir.