Aşık Veysel’in son yıllarında, Sivas’ın ücra bir köyünde küçük ahşap evinde sazı ve bir avuç toprakla baş başa yaşadığı günlerde, eşi Esma Hanım’a bıraktığı o unutulmaz mektup, hem aşka hem de vedaya dair en içten satırları barındırır. Söylendiğine göre mektubu şöyle başlamıştı:
“Canım Esma’m,
Belki bu sayfaları gözlerin okuyacak, belki okuyan bir başkası seslendirecek. Ama bil ki her kelimesi, yüreğimdeki son telin titreyişi kadardır gerçek…”
O akşam, sobanın altındaki köz henüz kurumamış; dışarıda kar yağıyordu. Veysel, sazını eline almış, birkaç nağme çaldıktan sonra kaleminin ucunu mürekkebe batırdı. Kulaklarında hâlâ köyün cılız andaç sesleri, gönlünde de yıllar boyu biriktirdiği hasret vardı. Satır satır dizdikçe o eski türküler aklına geldi:
“Yol uzun, yol dar,
Elvan elvan renkler var…”
Devamında, köy yolunda uzakta ay ışığında uzanan kesik gölgelerin, birlikte yürüdüğü bahçelerin ve en çok da çileden çalan sazın nağmelerinin hatıratını yazdı. Ama en çok da ona şunu fısıldadı:
“Gözlerim görmedi bu dünyayı, ama senin gözlerinden baktım her şafağa. Şimdi usulca dinlenmeye çekildiğim bu toprakta, senin yiğit yanaklarının şahidi oldum. Beni, söylediğim deyişlerle, o sürmeli gözlümle hatırla. Hüzünle değil, gülüşünle hatırla.”
Mektubun sonuna doğru el yazısı titremeye başladı; her cümleyle biraz daha güçten düşmüştü. Orada bir de vasiyet vardı:
“Sazımı, köyümü, eski gönül dostlarını Esma’m emanet bil. Her bahar, mezarımın başına bir demet papatya, menekşe bırak. Çünkü ben bu dünyadan, dingin bir bahçe kokusuyla ayrılmak istiyorum.”
Ertesi sabah köydeki komşular Veysel’i sessizce yatakta öylece buldular: Gözleri huzur dolu, elinde bitkin sazı, yanında mektubu… Eşi Esma Hanım, mektubu titreyen elleriyle okuduğunda, evin içinde bir türkü gibi kaybolan sesi duyuldu:
“Artık sözler bitti sevgilim,
Geriye kaldı bu sevda.”
O günden sonra, hem sazı hem de o mektup Alevi dergâhlarındaki anma gecelerinde, türkülerin arasında yaşadı. Köylüler hâlâ söyler:
“Esma Hanım, her bahar mezar başına papatyalar bırakır; yüzünde Aşık Veysel’in türkülerinden kalan bir tebessüm vardır hâlâ.”
Ve o mektup, iki yürek arasındaki en sadık hatıra olarak ölümsüzleşti.