Karlar Altında Unutulmuş Bir Hikâye
Adı Yusuf’tu. Bir zamanlar köyün en becerikli marangozuydu. Elinden çıkan her masa, her sandalye, sanki ruh taşıyordu. İnsanlar, “Yusuf Usta’nın işi başkadır,” derdi. Bahçesinde gül yetiştirir, akşamları soba başında torunlarına masallar anlatırdı. Ama zaman acımasızdır; elleri titredi, gözleri bulanıklaştı, dostlar bir bir göçtü.
Oğlu büyük şehre taşındı, “Sana yer yok baba,” demedi ama dönüp de almadı da. Eşi yıllar önce bir sabah uyanmadan gitti. Ev sessizliğe büründü, Yusuf da hatıraların yüküyle baş başa kaldı. Önce sobasını yakamadı, sonra da ekmek alacak yol parası bulamadı.
Şimdi kışın ortasında, taş basamakların üzerinde oturuyor. Üzerinde yıllardır giydiği kalın ama eski ceketi, başında örme bir bere. Elleriyle nefesini yakalıyor, belki biraz ısınır umuduyla. Gözlerini kapatmış, belki torunlarının kahkahasını duyar gibi… Belki de ahşap kokulu atölyesinde eski günlere dönüyor zihninde.
Ama gerçekte, Yusuf Usta terk edilmiş. Ne devletin gözü değmiş üzerine, ne de bir komşunun eli. O şimdi karla kaplı bir sokakta, hayattan silinmiş gibi yaşıyor.
Ve onun hikâyesi, binlerce Yusuf’un sessiz çığlığı gibi, duyulmayı bekliyor.
Yusuf Usta, o soğuk taş basamakta otururken, gözleri yaşlıydı ama ağlamıyordu. Artık gözyaşı da kurumuştu belki, ya da yıllarca içinde tuttuğu sızıya alışmıştı. O sabah diğerlerinden farklıydı—bir yabancı yaklaştı sessizce. Genç, montlu, elinde termoslu biri. Yusuf’u görünce durdu, diz çöküp göz hizasına geldi.
“Amca, çok soğuk burası. Neden burada oturuyorsun?”
Yusuf önce cevap vermedi. Sonra derin bir nefesle fısıldadı:
“Burası, evimin son kalan köşesi… Duvarlar yıkıldı, ama merdiven kaldı. Belki biri gelir diye bekliyorum.”
Genç adam şaşırdı. Elindeki termosu uzattı. Sıcak çayın buharı Yusuf’un çatlamış ellerine umut gibi sarıldı. Bir yudum aldı, gözleri doldu. O an bir şey değişti.
O genç, Yusuf’u orada bırakmadı. Belediyeye haber verdi, bir yaşlı bakım merkeziyle iletişime geçti. Gönüllüler geldi, Yusuf Usta’yı temiz battaniyelere sardı. İlk kez uzun zaman sonra sıcak bir yatakta uyudu o gece.
Ama hikâye burada bitmedi.
Yusuf’un yaptığı eski bir sandalye, bakım merkezinde bir görevlinin dikkatini çekti. Altına kazınmış ismi görünce heyecanlandı. Meğer yıllar önce annesinin çeyiz sandığını da Yusuf Usta yapmış. Haber yayıldı, eski müşteriler, öğrencileri Yusuf’un hâlâ hayatta olduğunu öğrenince onu ziyarete geldiler. Elini öpenler, sohbet edenler, geçmişin kıymetini anlayanlar…
Ve bir gün… kapıdan içeri, gözleri dolu bir adam girdi. Yusuf’un oğlu. Yılların yorgunluğunu sırtında taşıyordu. Önce susarak sarıldı babasına. Sonra sadece bir cümle kurabildi:
“Affet baba…”
Yusuf’un dudaklarında ince bir tebessüm belirdi.
“Geç olsun, ama yeter ki gelin evlat. Kalbim hâlâ sıcacık.”