Roj Name

Sessiz Gecede Yankılanan

Sessiz Gecede Yankılanan
333 views
21 May 2025 - 6:13

O gece İstanbul’un sokakları, sonbaharın puslu sessizliğiyle sarmalanmıştı. Gökhan, bir barda elinde viski bardağıyla, dördüncü kadehine uzanıyordu. Zihninde biriken boşluğu susturmanın tek yoluydu içki. Ya da o öyle sanıyordu.

Evde onu bekleyen biri vardı: Elif. Sekiz yıllık evlilik, binlerce anı, bir ev, bir kedi… ve şimdi, giderek büyüyen bir mesafe. Tartışmalar, sessizlikler, ilgisizlik. Gökhan, sevgisizliğin verdiği boşluğu dışarıda tamamlamaya çalışıyordu. Ama o gece farklıydı.

Yan masadaki kadın göz kırptığında, Gökhan bir anlık düşüncesizlikle karşılık verdi. Sonrası, bulanık anlar. Gülüşmeler, fısıldaşmalar, yürüyüş… Sonunda bir otel odası.

Sabah olduğunda baş ağrısı değil, vicdanı zonkluyordu. Kadına bakmadan odadan çıktı. Eve döndüğünde Elif salonda oturuyordu, elinde bir kahve, gözleri sanki her şeyi biliyordu. “Gece neredeydin?” demedi. “İyi misin?” dedi sadece.

İşte o an Gökhan’ın içinde bir şey kırıldı. Aniden gelen pişmanlık, öfkeyle değil sessizlikle tokatladı onu. Elif’in merhameti, her şeyi daha da ağır kılıyordu. Her şeyini kaybetmiş gibi hissetti.

Sonraki haftalar, Gökhan için bir kefaret dönemiydi. Gerçeği itiraf etti. Elif ağlamadı. Sadece sustu. Sonra bavulunu hazırlayıp evi terk etti.

Yalnız kalan Gökhan, şimdi her akşam eline viski bardağı yerine bir defter alıyor. Yazıyor. O geceyi, hatasını, pişmanlığını. Belki bir gün Elif’e gösterecek diye… Belki de sadece kendine itiraf etmeye devam edecek.

Gökhan’ın gece eve geç geldiği gün, Elif hissetmişti bir şeylerin koptuğunu. Kadınlar bazen sezgileriyle görür her şeyi, bir delil gerekmez. Onun bakışlarından, üzerindeki yabancı bir parfüm kokusundan, suskunluğundan anlamıştı. Ama o akşam hiçbir şey sormadı. Çünkü cevabı biliyordu.

Sadece kahvesini yudumladı, göz göze geldiler. Gökhan bir şeyler söylemeye çalıştı ama kelimeler boğazında düğümlendi. Elif, içinde kopan fırtınayı belli etmeden, “İyi misin?” dedi. O cümlede sitem yoktu, ama sonsuz bir yorgunluk vardı.

Ertesi gün Gökhan her şeyi itiraf ettiğinde, Elif ağlamadı. Çünkü zaten çoktan yıkılmıştı içinde. Ağlamak için sağlam bir şeyler kalmalıydı. O yoktu artık. İçini parçalayan ihanetin ağırlığıyla bavulunu topladı. Gökhan’ın durdurmasını beklemedi. Çünkü gerçek bir pişmanlık, kelimelerle değil, zamanla kendini gösterirdi.

Aylar geçti.

Elif kendi hayatını kurmaya çalıştı. Yoga kurslarına yazıldı, annesinin evinde kaldı bir süre, sonra küçük bir stüdyo daireye taşındı. Başlangıçta her şey zordu. Yemek yaparken iki kişilik alışkanlıklarını değiştirmesi, geceleri yalnız uyuması, sevdiği kitapları artık bir başına okuması…

Ama zamanla, Elif yeniden nefes almayı öğrendi. Gökhan’dan gelen mesajlara cevap vermedi. Çünkü affetmek, unutmak değildi. Affetmek, kendini yaralayanı taşımaktan vazgeçmekti. Elif de taşıdığı o yükü usulca yere bıraktı.

Bir gün posta kutusuna bir zarfta birkaç sayfa yazı geldi. Gökhan’ın kaleminden dökülmüş bir itiraf, bir özür, bir geçmişin yankısı. Elif mektubu okudu. Ağlamadı. Ama uzun süre sessizce oturdu.

Sonra zarfa tek bir kâğıt koydu.

Sadece şunu yazmıştı:

“Bazı hatalar düzeltilmez, yaşanır. Ve biz onları yanımıza değil, geride bırakırız. Yolun açık olsun.”

Üç yıl geçmişti.

İstanbul hâlâ kalabalıktı ama Elif’in içi artık sakin bir liman gibiydi. Kendi ayakları üzerinde durmanın getirdiği bir huzur vardı. Yalnızlık, başta bir ceza gibi görünmüştü ama zamanla bir ödül olmuştu. Kendiyle kalabilmek, kendine iyi gelebilmek… En çok bunu öğrenmişti.

Bir pazar sabahı, Cihangir’de küçük bir kafede kahvesini yudumlarken bir gölge düştü masasına.

“Merhaba, Elif.”

Başı yavaşça kalktı. Gökhan’dı. Yüzü daha yaşlı, gözleri daha yorgundu. Ama bakışlarında tanıdık bir mahcubiyet ve… içten bir özlem vardı.

Elif gülümsedi, nazikçe. “Merhaba Gökhan.”

Ayaküstü geçen birkaç cümleyle başlayan sohbet, kısa bir yürüyüşe dönüştü. Sıcak, sade ve beklenmedik bir gündü.

Bir banka oturdular, eskiden konuştukları gibi. Sessizliğin içinde artık suçlama yoktu, sadece iki eski hayat arkadaşının paylaşabileceği türden bir dinginlik vardı.

Gökhan, “O gün seni kaybettikten sonra… her gün kendi içimde seni aradım,” dedi.

Elif, gözlerini uzaklara dikti. “Ben de kendimi kaybetmiştim bir süre. Ama sonra buldum. Ve ne garip, seni de orada bıraktım,” dedi.

İkisinin de gözleri doldu ama artık bu gözyaşları geçmişe değil, kabule aitti.

Gökhan, “Sadece bilmeni istedim. Hâlâ iyi olmanı diliyorum. Belki bir gün bir kahve daha içeriz.”

Elif hafifçe başını salladı. “Belki.”

Ama ikisi de biliyordu.

O kahve belki içilecekti, belki içilmeyecekti. Çünkü bazı hikâyeler, ikinci bir sayfa açmak için değil, sadece düzgün bir nokta koymak için yeniden yazılırdı.

Ve o gün, o kahve, bir noktaydı.

Bir daha hiç görüşmediler.

Ama artık birbirlerinin hikâyesinde acı bir iz değil, tamamlanmış bir ders olarak kaldılar.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları rojname.net kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.