MAZHAR OSMAN (USMAN), Üsküdar İdadisi’nden mezun olur olmaz Mülkiye-i Şahane mektebine girmenin yollarını arar. Ancak tüm çabalarına rağmen ne yazık ki bu hedefine ulaşamayacaktır. Çünkü Mülkiye-i Şahane’nin imtihanlarına girmek için yaşı tutmamaktadır. Çok üzülür! Yine de bu hayalinden uzaklaşmamak için her gün okulun kapısını aşındırır. Ne yazık ki ne yaparsa yapsın sınava giremeyecektir..
Mülkiye-i Şahane’nin kapısı kapanınca babası Osman Efendi’nin isteğini yerine getirmek ister Mazhar. Hekim olmaya karar verir. Burada da kendisini bekleyen sorunlar vardır. Mülki Tıbbiye’de ancak zengin çocukları okuyabilir; Mazhar’ın babasının maddi gücü oğlunu buraya yazdırmaya yeterli değildir. Hal böyle olunca, bu okulda eğitim almak onun için mümkün olmaz. Mazhar sadece Tıbbiye-i Askeriye’ye girebilir. Buraya girmenin şartları da oldukça ağırdır. Sivil bir okuldan gelen öğrencilerin bu okula girmesi neredeyse imkansızdır. Çünkü Fransızca ve Topografya dersleri sivil idadilerde okutulmamakta, sınavlarda ise büyük önem taşıyan bu derslerden sorular gelmektedir..
Hırslı bir öğrencidir Mazhar. Ne yapıp edip Tıbbiye-i Askeriye’ye girecektir! Fransızca için yapabileceği bir şey yoksa da etrafından ne kadar topografya kitabı varsa toplayıp evine kapanarak gece gündüz çalışır. Artık sınav günü gelmiştir. Tıbbiye-i Askeriye’nin sınavına 340 kişi katılır. Askeri İdadi öğrencilerinin dışında yalnızca iki kişi geçmiştir ve bunlardan biri de Sofululu Mazhar’dır. Yani her askeri öğrenci gibi babasının adıyla anılan Sofululu Mazhar Osman.. Böylece Mazhar Osman için yeni bir hayatın kapısı aralanmış olur..
Mektebi Tıbbiye-i Şahane’nin üniformasını üstünde geçirdiğinde heyecandan yerinde duramaz. Bu ışıltılı kıyafetlerin içinde adeta büyülenir. Sonra Demirkapı’daki, Gülhane Parkı’ndan Sarayburnu’na giderken sol tarafta kalan büyük sarı kışla görünümündeki okulun kapısından içeri adımlarını atar..
Yıllar hızla geçer.. Artık beşinci sınıfa gelmiştir Mazhar Osman. Artık hangi alanda uzmanlaşacaksa o kliniği seçmesinin zamanıdır. Tabii ki arkadaşları gibi kararsız değildir! Okulun ilk gününden beri nisaiyeci olma isteğinden vazgeçmemiştir. Auvard’ın klasik doğum kitabını elinden düşürmez.. Gece gündüz bu kitaba çalışarak kadın hastalıkları ve doğum konusunda epey bir bilgi sahibi olur. Böylece büyük bir istekle asistanı olabilmek için hocası Besim Ömer’in yanına gider. Hocası önce heyecanlı öğrencisini tepeden tırnağa süzer. Kliniğinde altı yatak bulunduğunu ve kendisine iki asistanın yeterli olacağını söyler. Aldığı olumsuz cevap karşısında başından aşağı kaynar sular dökülür Mazhar Osman’ın.. Neredeyse tüm hayalleri hocasının iki dudağının arasından çıkan sözle altüst olur..
Böylece hocasına kuru bir teşekkür ederek klinikten ayrılır. Hiç beklemediği bu olumsuz cevabı kendine yediremez. Boş bir dershaneye gidip duvarları yumruklayarak tüm hırsını duvarlardan çıkarır..
Besim Ömer’den aldığı olumsuz yanıtla birlikte çaresizce dahiliye hocası Lübnan asıllı Ferik Zoeros Paşa’nın kapısını çalar Mazhar Osman.. Zoeros Paşa İtalya’da eğitim almış, uzun boylu, iri yapılı, sert mizaçlı, otoriter bir kişiliği olsa da öğrencilerini seven bir hocadır. Öğrencilerini kapısından çevirmeyi pek sevmez ve tüm bilgilerini onlarla paylaşmaktan hoşlanır. Mazhar Osman’ı da kapısından çevirmeyerek hemen asistanlığına kabul eder. Birçok hastalık ve bu hastalıkların tedavisi konusunda yeni asistanı bilgilendirir..
Mazhar Osman’ın dahiliye kliniğindeki günleri bir hayli zorlu geçer. Her sabah hastaların yattıkları odaları tek tek gezer, durumlarını gözlemler. Kendinden tecrübeli asistanlara ve hocasına her hasta hakkında bilgiler verir. Ayrıca klinikte bir hasta bakıcı olmadığı için, diğer arkadaşları gibi, şırınga, lavman, hasta temizliği, pansuman yapma, sülük yapıştırma gibi işlerle de uğraşır. Ancak hastalarla fiziksel temas halinde olduğu hiçbir iş Mazhar Osman’ın hoşuna gitmez! Hele ki ilgilendiği hastanın kıyafetleri pis ise bir an önce bulunduğu yerden kaçmak ister. Bir hastaya vurduğu iğne ile de hastayı sakat bırakma endişesiyle dahiliyeci olamayacağını iyice anlar. Böylece dahiliye kliniğine veda ederek, ona önemli kapılar açacak olan “Akliye ve Asabiye Kliniği”nin yolunu tutar..
Bu kliniğin önüne geldiğinde geniş gövdesi ve bedenine göre başı küçük olan bir kişinin kliniğin merdivenlerine doğru yürüdüğünü görür. Arkasındaki iki hademe ise ellerinde tuttukları bir sandalyeyi bu adamın peşinden getirmektedirler. Merdivenlerden çıkmakta zorlanan bu adam, ülkemizde psikiyatrinin kurucusu Raşit Tahsin’dir.. Raşit Tahsin, odasına çıkabildikten sonra Mazhar Osman hemen hocasının yanına gider ve onun asistanı olmak istediğini bildirir. Raşit Tahsin de onun bu isteğini hemen kabul eder. Çünkü o yıllarda hiçbir tıbbiyeli bu alanı tercih etmemekte; hastalar hala geleneksel yöntem ve hurafelerle tedavi olmaktadırlar. Öyle ki Mazhar Osman’ın bu alana yönelmesi yakın çevresi tarafından bir zihin intiharı olarak tanımlanır..
Mazhar Osman tüm olumsuz görüşlere rağmen Akliye ve Asabiye Kliniğinde çalışmaya başlar. Ancak anlaşamadığı bir şey vardır. Hastalara sadece tanı koyan Raşit Tahsin hiçbir şekilde tedavi yöntemlerinden ve iyileşen herhangi bir hastadan bahsetmez. Mazhar şüphelenir. Hocasına bu durumu sorar: “Hocam, bu hastalara şifa bulundu mu? Bulunduysa nedir?”
Raşit Tahsin ise, “Derslerin henüz başındayız, anlattıklarımı içine sindir, zamanı gelince devamını öğrenirsin, bana neyi ne zaman öğreteceğimi sen söyleyecek değilsin herhalde!” diyerek asistanının bu sorularına cevap vermekten kaçınır..
Bir zaman sonra, hocasına sorduğu soruların cevabını neden almadığını öğrenir Mazhar Osman. Sultan Abdülhamid, akıl sağlığı bozuk olduğu gerekçesiyle ağabeyi Sultan Murad’ı tahttan indirterek Çırağan Sarayı’na kapatmıştır. Sultan Murad Çırağan Sarayı’nda kimseyle görüştürülmeden piyanosunun başında günlerini geçirir; sürekli kendi kendine konuşur, papağanlarını evlendirerek onlara düğün merasimi düzenler. Zaman zaman kriz geçirerek eşyalarını kırıp döker ve çevresindekilere zarar verir.. Sultan Abdülhamid ağabeyi için Avrupa’dan hekimler getirtir. Hekimler Sultqn Murad’ın iyileşemeyeceğini söylerler. Bu durum halka bildirilir.. Bunun üzerine Abdülhamid, tıbbiye hocalarına, “Hastalık ne olursa olsun, akıl sağlığı bozulmuş bir kişinin asla iyileştirilemeyeceğini,” öğrencilerine öğretmelerini ister. Padişahın bu buyruğundan sonra Raşit Tahsin de öğrencilerine hastalıkların tedavisi hakkında bilgi veremez. Ancak bu buyruk Mazhar Osman’ın önünü kesemeyecektir!..
(MELİH YILDIZ, “Aklın Uçurumlarında”, Remzi Kitabevi, 2023)
Not Defterimden