Kırık Saatler
Zeynep, hayatı boyunca her şeye geç kalmıştı. Üniversite kayıtlarına, ilk işine, hatta babasının son nefesine bile… İçinde taşıdığı bu ağır suçluluk duygusuyla küçük kasabasından ayrılıp İstanbul’a taşındığında, kimseyi hayatına almamaya yeminliydi. Sevgi, onun için sadece yarım kalmanın diğer adıyıdı.
Bir sonbahar akşamı, Galata Köprüsü’nde eski bir saatçi dükkânına sığındı yağmurdan kaçarken. O anda hayatına giren adam, işte oradaydı: Arda.
Eski saatlerin tamircisiydi Arda. “Zamanı geri alamam,” demişti ilk karşılaşmalarında, “ama kırık saatleri onarabilirim.”
Zeynep, o sözlerde kendini bulmuştu. Kırık bir saat gibi hissediyordu zaten — zamanı geri saramayan, ama her an durabilecek bir hayat taşıyordu içinde.
Göz göze geldiklerinde, ikisinin de yüzünde yıllardır saklanan acılar sessizce yankılandı. Arda’nın da yaraları vardı. Onun hikâyesi ise daha karanlıktı: Bir kazada sevdiği kadını kaybetmişti ve o günden beri her saat, sanki o kayıp anın içindeydi.
Zeynep ve Arda, birbirlerinin eksik yanlarını tamamladıklarını hissetseler de, geçmişleri her gece rüyalarında, her gün sokak köşelerinde karşılarına çıkıyordu. Sevgi, onlar için hem şifa hem de cehennemdi.
Zeynep, hayatında ilk kez birine güvenmeyi denedi. Arda, ilk kez birini geçmişinden özgür bırakmayı…
Ama tam her şey yoluna giriyor derken, Arda’nın eski nişanlısından kalan bir sır gün yüzüne çıktı: O kazanın ardında bir ihanet gizliydi ve Zeynep’in ailesiyle bağlantısı vardı.
Şimdi ikisinin de önünde tek bir soru duruyordu:
Sevgi, her şeyden sonra da ayakta kalabilir miydi? Yoksa bazı kırık saatler, onarılamayacak kadar mı paramparçaydı?
Zeynep, Arda’nın dükkânından çıktıktan sonra saatlerce sokaklarda yürüdü. Yağmur dinmişti ama içindeki fırtına dinmemişti.
Kafasında yankılanan sözler onu delirtmek üzereydi: “Senin ailen, benim hayatımı mahvetti.”
Bir hata mıydı bu aşka tutunmak? Yoksa kader, ikisine son bir şans mı vermişti?
Ertesi gün, Zeynep eski kasabasına, yıllardır gitmekten korktuğu eve geri döndü. Annesinin çatlamış sesi, yılların getirdiği yorgunlukla karışarak fısıldadı:
“Bazı şeyler, Zeynep… sadece bilindiğinde daha çok acıtır. Bazen unutmak iyidir.”
Ama artık çok geçti. Gerçek, tozlu raflardan düşüp ayaklarının önüne kırılmıştı bir kere.
Meğer babası, Arda’nın nişanlısının ölümüne sebep olan kazaya dolaylı yoldan neden olmuştu. Bir anlaşmazlık, bir öfke nöbeti, bir kaçış ve… telafisi olmayan bir son.
Zeynep, yüzleşmesi gereken korkunç gerçekle artık baş başaydı.
İstanbul’a döndüğünde Arda onu saatçi dükkânında bekliyordu. Elinde eski, kadranı çatlamış bir cep saati vardı.
Göz göze geldiklerinde her şey sustu. Ne geçmişin yükü, ne acının sesi… Sadece iki yorgun kalbin atışı kaldı.
Arda, çatlak camı parmağıyla göstererek sordu:
“Biliyor musun Zeynep, bu saat her şeye rağmen hâlâ çalışıyor. Çünkü kırık olması, durduğu anlamına gelmez.”
Zeynep’in gözlerinden bir damla yaş süzüldü. İçinde tuttuğu tüm kelimeler boğazında düğümlendi.
Sadece fısıldayabildi:
“Ben seni olduğun gibi sevdim… Kırık taraflarınla, geçmişinle. Beni de öyle sevebilir misin?”
Arda, cevap vermedi. Bunun yerine, çatlak saati Zeynep’in avuçlarına bıraktı.
Sessizlik içinde birbirlerine sarıldılar. Belki de aşk, zamanı geri almak değildi.
Belki de aşk, kırık bir saati elinde tutup yine de ilerlemeye cesaret edebilmekti.
Ve o gece, Galata’da iki yaralı ruh, birbirine yaslanarak zamanı yeniden yazmaya karar verdi.
Zeynep ve Arda’nın sarılmasıyla zaman bir anlığına durdu. Ama hayat, onların üzerine yeni sınavlar yağdırmaktan vazgeçmemişti.
İki hafta boyunca her şey bir rüya gibiydi. Küçük mutluluklar, kahve kokan sabahlar, eski saatlerin tıkırtısında kaybolan anlar…
Ta ki bir sabah Arda, dükkânının kapısında bir zarf bulana kadar.
Zarfın üzerinde tek bir kelime yazıyordu:
“Bildiğini sandığın her şey yalan.”
İçinde, yıllar önceki kazayla ilgili gizli bir polis raporu vardı. Ve Zeynep’in babasının adı, sanılandan çok daha derin bir şekilde işin içindeydi.
Asıl darbe ise şuydu: Arda’nın sevdiği kadının arabasına müdahale eden kişi, Zeynep’in öz abisiydi.
Arda yıkıldı.
Bütün iyileşme çabası, Zeynep’e duyduğu sevgi, her şey bir anda sarsıldı.
Bir an için, her şeyden vazgeçmek istedi.
Zeynep gerçeği öğrenince soluğu Arda’nın yanında aldı.
Ama Arda, ilk kez ondan uzaklaştı.
Sanki her kelime, her dokunuş canını daha çok yakacaktı.
Arda’nın sesi buz gibi soğuktu:
“Bunu bilerek mi sakladın benden?”
Zeynep ağlayarak başını salladı:
“Hayır… Yemin ederim, ben de yeni öğrendim. Benim suçum ne, Arda? Ben sadece seni sevdim…”
Arda’nın gözleri doldu ama sırtını döndü.
Bazen en büyük savaş, en çok sevdiğin kişiye sırtını dönmekti.
O gece Zeynep, Galata Köprüsü’nde saatlerce bekledi. Elinde hâlâ o çatlamış cep saati tutuyordu.
Zaman akıyordu ama iki kalp arasında bir uçurum büyüyordu.
Ve bir adam, karanlık sokaklardan çıkarak Zeynep’e yaklaştı.
Arda değildi.
Başka biri.
Arda’nın geçmişinden gelen bir gölge…
Ve bu adam, Zeynep’in hayatını sonsuza dek değiştirecek bir gerçeği fısıldamak için gelmişti:
“Sana söylemediler mi? Asıl gerçek henüz ortaya çıkmadı.”
Zeynep, karşısındaki adamı tanımıyordu. Üzerinde siyah bir mont, yüzünde hafif bir yara izi vardı.
Sesi, rüzgârın uğultusuna karışarak tekrar etti:
“Asıl gerçek… Arda’nın da bilmediği bir şey.”
Zeynep’in kalbi deli gibi atmaya başladı.
Adam cebinden buruşmuş bir fotoğraf çıkardı.
Fotoğrafta genç bir Arda, Zeynep’in abisiyle birlikte gülümsüyordu.
Şok içinde sordu Zeynep:
“Bu nasıl mümkün olabilir? Onlar birbirini tanımıyordu ki…”
Adam acı bir kahkaha attı:
“Tanımıyorlardı mı sanıyorsun? Onlar eskiden kardeş gibiydi.
O kaza… planlanmamış bir kazaydı belki.
Ama herkesin elleri kirlendi o gece.”
Zeynep’in dizlerinin bağı çözüldü.
Meğer Arda’nın geçmişiyle Zeynep’in ailesi sandığından çok daha derin bağlarla örülmüştü.
Tam o anda, Arda köprünün öteki ucunda göründü.
Gözleri öfke ve acı doluydu.
Yanlarına geldiğinde, adam bir adım geri çekildi.
Arda, Zeynep’e değil, o adama bakarak sordu:
“Ne işin var burada, Kenan?”
Kenan alaycı bir gülümsemeyle cevap verdi:
“Ben sadece adaletin peşindeyim. Sen unutmuş olabilirsin Arda, ama benim hafızam çok iyi. Her şeyin hesabı sorulacak.”
Zeynep, olanları anlamaya çalışırken, Arda yavaşça ona döndü.
Gözlerinde hem sevgi, hem korkunç bir kararlılık vardı.
Ve o kelimeler döküldü ağzından:
“Zeynep… Eğer beni gerçekten seviyorsan, bu geceden sonra her şeye hazırlıklı ol.”
Çünkü geçmiş sadece bir gölge değildi.
O gece, karanlık gerçekler gün yüzüne çıkacak, aşk ya iyileşecek… ya da sonsuza dek paramparça olacaktı.
Galata’nın dar sokaklarında, gece yarısına doğru, ıssız bir kahvede buluştular.
Masa başında üç kişi: Zeynep, Arda ve Kenan.
Hava ağırdı, sanki her nefes ciğerlere kurşun gibi iniyordu.
Bir süre kimse konuşmadı. Sadece eski bir saatin duvarda takırtısı duyuluyordu — her saniye, patlamaya hazır bir bomba gibi.
Sonunda Kenan sessizliği bozdu:
“Gerçeklerden kaçamazsınız. Bunu ikiniz de biliyorsunuz.”
Arda yumruğunu sıktı. Gözleri alev alevdi ama kendini zor tutuyordu.
Zeynep, titreyen elleriyle masanın kenarını kavradı.
Kenan, cebinden küçük bir kaset çıkardı.
“Bu kasette o gece olanların kaydı var,” dedi.
“Baban Zeynep… ve Arda’nın eski nişanlısı… Kaza olmadan önce buluşmuşlardı. Tartışmışlardı. Ve sonra… her şey kontrolden çıktı.”
Zeynep’in gözleri doldu.
“Bu doğru olamaz,” diye fısıldadı.
Ama Arda başını eğmişti.
Sanki her şeyin cevabını yıllardır biliyor ama görmek istememişti.
Kenan kaseti masaya koydu ve ağır ağır devam etti:
“Senin abinin yaptığı hataydı, Zeynep. Ama o hatayı, senin baban örtbas etti. Arda’nın hayatı paramparça oldu.
Ve siz şimdi, geçmişin üzerine yeni bir hayat mı kuracaktınız?”
Sessizlik çöktü.
Zeynep’in gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
“Ben… Ben kimsenin günahını taşımak istemiyorum…”
dedi boğuk bir sesle.
Arda yavaşça başını kaldırdı.
O an gözlerinde bir kırılma vardı; yıllarca bastırdığı tüm acılar, ihanete uğramışlığı, özlemi… hepsi bir aradaydı.
Ve Arda, beklenmedik bir şey yaptı.
Kenan’a dönüp dedi ki:
“Ben geçmişi affetmeye hazırım. Ama Zeynep’e ceza kesmene izin vermeyeceğim.”
Kenan bir an durakladı.
Gözlerindeki öfke yerini hüzne bıraktı.
Belki o da yorulmuştu artık, yıllardır taşıdığı intikam yükünden.
Sonunda kaseti masada bırakarak kalktı:
“Affedebilirsen… gerçekten affedersen… belki sen kazanırsın, Arda.”
Ve o karanlık kahveden, gecenin içine doğru kayboldu.
Geriye sadece Arda ve Zeynep kaldı.
Zeynep, gözyaşları içinde Arda’ya baktı:
“Beni hâlâ sevebilir misin? Her şeye rağmen?”
Arda, hafifçe gülümsedi.
Yavaşça elini uzattı ve Zeynep’in elini tuttu.
“Saat kaç olursa olsun, hangi zaman diliminde olursak olalım… Seni sevmekten vazgeçmeyeceğim.”
Ve o anda, kırık saatler yeniden çalışmaya başladı.
Geçmiş, affedilmişti.
Ve aşk, bir kez daha zamanı yenmişti.
Üç yıl sonra, küçük bir sahil kasabasında…
Gün batımı, denizin üzerinde altın gibi parlıyordu. Hafif bir meltem, sokaklara tuzlu bir huzur taşıyordu.
Sahilin ucundaki eski taş evin önünde, küçük bir dükkân vardı. Tabelasında sade bir yazı:
“Zaman Tamir Atölyesi – Arda & Zeynep”
İçeride, raflarda dizili eski saatler, köşede yavaşça tıngırdayan antika bir duvar saati vardı.
Ve cam tezgâhın arkasında, birbirine yaslanmış iki insan: Arda ve Zeynep.
Arda, önündeki eski bir cep saatini tamir ediyordu. O saat… ilk tanıştıkları günün yadigârıydı.
Zeynep, elinde ufak bir kâğıt parçasıyla oturuyordu. Üzerinde küçük notlar yazıyordu:
“Gelecek planları”, “Bir gün Paris”, “Kendi hikâyemiz”.
Arda, işini bırakıp ona baktı.
O an gözlerinde sonsuz bir huzur vardı.
Artık geçmiş bir yük değil, sadece uzak bir hatıraydı.
Zeynep, başını kaldırıp gülümsedi:
“Zamanı durduramazsın demiştin bir zamanlar…”
Arda göz kırptı:
“Ama onu birlikte yaşamayı öğrenebiliriz dememiş miydim?”
Dışarıdan bir çocuk sesi geldi.
Küçük bir kız, dükkânın camına burnunu dayayıp içerideki eski saatlere bakıyordu.
Zeynep kapıya yöneldi, küçük kıza kapıyı açtı.
“Merhaba, hoş geldin! Hangisini görmek istersin?”
Çocuk, gözleri parlayarak işaret etti:
“Şu küçük kalpli olanı!”
Arda ve Zeynep birbirlerine baktı ve güldü.
Yeni hayatlarında her şey kusursuz değildi belki, ama artık biliyorlardı:
En güzel saatler, kusurlu olanlardı.
Çünkü gerçek mutluluk, mükemmel olmaya çalışmakta değil, eksik yanları birlikte tamamlamakta gizliydi.
Ve sahil kasabasının dalgaları, geçmişin tüm kırıklarını usulca alıp uzaklara taşıdı.