Roj Name

Sesizlik

Sesizlik
349 views
04 May 2025 - 14:32

“CESUR BİR SESSİZLİK: Aziz Nesin’in Sabahattin Ali’ye Dair Tanıklığı”

Aziz Nesin, Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim adlı kitabında, Sabahattin Ali’nin ölümünden sonra savcılıkta yaşadığı o çarpıcı anı şöyle anlatıyor:

“Savcılık odasına önce beni çağırdılar. Aklımda kaldığına göre, savcının adı ya Davas ya da Davaslı’ydı. Savcının masasının karşısındaydım. Savcı:
– Sizi tanıklık için çağırdık, dedi. Bazı eşyalar göstereceğim, kimin olduğunu bilirseniz söyleyin.
Masanın altında duran, ak bezden bir torbadan bir pantolon çıkardı. İlk bakışta Sabahattin’in pantolonu olduğunu tanıdım. Yünlü kumaştan, boz renkli, kahverengi damalı…
Savcı sordu:
– Kimin olduğunu biliyor musunuz?
O zamanlar öyle zor koşullarda, bunalımlı, baskılı bir dönemde yaşıyorduk ki… Öyle haksızlıklarla karşılaşıyor, öyle uydurma nedenlerle cezaevlerine atılıyorduk ki… Her şeyden kuşkulanır, çekinir olmuştuk. Savcı elinde bir arkadaşımızın pantolonunu tutuyor ve size “Bu kimin?” diye soruyor. Altından ne çıkacağı hiç belli değil. Suçsuz olmakla da insan cezadan kurtulamıyor. Suçsuzluğumuz mahkemede anlaşılana dek beş-altı ay cezaevinde yatırıldığımız çok olmuştu.
Savcıya:
– Hayır, bilmiyorum, dedim.
Savcı, dinginlik içinde pantolonu koyduğu torbadan kırılıp iki parça olmuş bir pipo çıkardı.
– Bunu biliyor musunuz, kimindir?
Sabahattin davranışlarıyla, yüzüyle, konuşmasıyla olduğu kadar giyinişiyle de özgün bir kişiydi. Eşyası hemen tanınırdı. Sabahattin’in iki parça olmuş piposunu tanıdım. Bir ürküntü duydum.
– Bilmiyorum, dedim.
Savcı, bu kez torbadan bir not defteri çıkardı. Sayfalarını açıp gösterdi. Yazıların çoğu eski yazıydı. Sabahattin’in el yazısını elbet tanımıştım. Her şeyi özgündü demiştim ya; Sabahattin yeşil mürekkeple yazardı.
– Bu yazıların kimin olduğunu biliyor musunuz?
Açıkçası, başıma gelen onca olaydan sonra, uygulanan adalete hiç güvenim kalmamıştı. Onun için doğruyu söylemenin mi, söylememenin mi uygun olacağını kestiremiyordum. Ama yeşil mürekkeple yazılmış Sabahattin’in yazılarını görünce, kimin olduğunu söylememezlik edemezdim. İşin içinde kötü bir şey olduğunu sezinleyip ürperdim.
Savcı, cevabımı beklemeden torbadan kırık gözlük camları çıkardı. Sabahattin’in çerçevesiz, gümüş saplı gözlüğünün kırık camları…
Ne denli sarsılıp bozulduğumu savcı da anlamış olmalı ki, bu kez sormadı, açıkladı:
– Bulgaristan sınırında, çalılar arasında bir yerde bir ceset bulunmuş. Cesedin üstünden bu eşyalar çıkmış. Eşyanın Sabahattin Ali’ye ait olduğu sanılıyor.
Savcının elindeki kırık gözlük camlarına baktım, gözlerim doldu.
Savcı, torbadan Sabahattin Ali’nin pantolonunun kumaşından spor ceketini çıkardı.
– Evet, Sabahattin’in… dedim.
Sesim titriyordu. Ceketin üzerinde kurumuş kan lekeleri vardı.
Savcının yazılı ifademi alıp almadığını şimdi anımsayamıyorum.
Savcı:
– Bir cinayetin üzerinde duruyoruz. Kovuşturmanın güvence altında yürütülebilmesi için, Sabahattin Ali’nin eşyasını gördüğünüzü, buradaki konuşmamızı hiç kimseye söylemeyin… dedi.
Kendimi tutup ağlamamak için sesimi çıkarmadım. Dışarı çıktım…”

(Aziz Nesin, Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim, Nesin Yayınevi, 10. Baskı, 2015, s. 334)

&

Not:
Sabahattin Ali’nin ölümüne dair karanlık gerçeklerden biri… Aziz Nesin’in anılarından bu dokunaklı tanıklığı paylaşıyoruz. O günlerin baskısı, korkusu ve belirsizliği satırlara böyle yansımış…

 

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları rojname.net kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.